NOT: spoiler içerir :)
Fransız Yeni Dalga Akımı’nın en önemli örneğidir A Bout de Souffle. Bir dönem yaşadığım Fransa hayranlığı ve sinema tarihi ilgim beni bu filmi izlemeye itti ve daha ilk sahnesiyle beni kendine çekmeyi başardı Jean Luc Godard. Michel’in ağzında sigarası, başında fötr şapkası ve elinde silahıyla araba kullanırken kameraya bakarak konuştuğu giriş sahnesi bu filmin daha önce izlediklerimden çok farklı olacağını anlamama yetti.
Filmin konusunu özetlemek gerekirse: Michel (Jean-Paul Belmondo) hırsızlık ve dolandırıcılıktan aranan bir suçludur. Filmin başında kendisini kovalayan polislerden birini vurduğu için kaçmak zorundadır. Patricia (Jean Seberg) ise Amerika’dan turist olarak Paris’e gelmiş ve parasız kaldığı için gazete satmak zorunda kalan, idealleri olan bir kadındır. Bu ikili arasında tutkulu bir aşk başlar ancak ikilinin hayata bakışları, Patricia’nın iç hesaplaşmaları gibi nedenler bu aşkın çok acı bir sona gitmesine sebep olur.
Film, Fransız Yeni Dalga sinemasının genelinde olduğu gibi “yeni kadın” imajına odaklanmıştır ve Patricia’nın hayatı algılayış şekli, cinselliğini yaşayışı ve idealleri gibi detaylarla bu imajı vermeyi amaçlamıştır. Bir aşk filmi gibi görünse de, sınıf farklılıklarını, yeni toplum yapısını ve bu yapı içerisinde kadının yerini gerek diyaloglar, gerekse oyuncuların mimik ve hareketleriyle veren, izleyiciye mükemmel bir psikolojik çözümleme imkanı sunan bir film A Bout de Souffle. Michel’in her hareketi hayata karşı vurdumduymaz ve alaycı olduğunu gösterirken Patricia’nın her bir mimiği ve davranışı aşka karşı duruşunu, cinselliğini yaşayış şeklini, insanlara bakışını ve hayattan beklentilerini görmemizi sağlıyor. Oyuncular karakterlere öyle güzel uyum sağlamış ki, insan izlerken bu rolleri başkası oynasa bu film bu noktada olamazdı diye düşünüyor. Filmin doğallığı da insanı içine çeken özelliklerden biri. Filmi izlerken her şey o kadar gerçek geliyor ki insan ister istemez kendini karakterlerle özdeşleştiriyor. Bunda tabii ki diyalogların büyük çoğunluğunun doğaçlama olmasının etkisi büyük. Filmle ilgili en çok sevdiğim şeylerden biri de isminin Türkçe’ye çevrilişi sanırım. Genelde film isimlerinin çevirileri çok anlamlı olmuyor ama bu filme “Serseri Aşıklar” denmesi mükemmel olmuş diyebilirim. Başka bir söz öbeği bu filmi bu kadar güzel anlatamazdı sanırım.
Godard filmde öyle güzel detaylar kullanmış ki, insan üzerine düşünüp keşfettikçe hayran kalıyor. Keşfettiğimde beni en çok etkileyen detay Patricia ve Michel’in aralarında geçen Faulkner diyaloğu oldu. Filmin en uzun ve belki de en önemli sahnesi olan yatak diyaloğunun bir kısmı şu şekilde:
Patricia: William Faulkner'ı tanıyor musun?
Michel: Hayır, kim? Onunla yattın mı?
Patricia: Hayır hayatım.
Michel: Öyleyse boşver, bluzunu çıkar.
Patricia: Çok sevdiğim bir romancı, "Yaban Palmiyeleri"ni okudun mu?
…
Patricia: Dinle, son cümlesi çok güzel.
Michel: Ayak parmaklarını göstersene.
Faulkner’ın Yaban Palmiyeleri’nin son cümlesinin ‘sevgililerinizi öldürün.’ olması ve filmin sonunda Patricia’nın Michel’in ölümüne sebep olmasını birbirine bağladığımda Godard’a olan
hayranlığım bir kat daha arttı. İkili arasında geçen her bir diyalog aslında filmle, Godard’ın psikolojisiyle ve dönemle ilgili çok önemli detaylara sahip. Detayların yanı sıra filmden bu kadar etkilenmeme sebep olan en önemli şey belki de Patricia’nın iç dünyasını, psikolojisini, hayata ve aşka bakışını çözümlemeye çalışmam oldu. Her mimiği ve hareketiyle verdiği hüzün, aslında aşık olduğu bir adam olmasına rağmen aşka ve bağlılığa karşı olması, bu düşünceye katlanamaması yüzünden sevgilisinin ölümüne sebep olması, sürekli bir iç hesaplaşma içinde olması ve Jean Seberg’in tüm bunları kusursuz bir şekilde izleyiciye yansıtması filmin en önemli özelliklerinden biri olabilir. İlk sahnesinde başlayıp film boyunca devam eden hayranlığım son sahnesiyle daha da pekişti. Michel’in öldüğü an belki de sinema tarihinin en etkileyici ve enteresan ölüm sahnesi olabilir. Ağzında sigarasıyla yatan Michel’in son sözü sadece “iğrenç” oluyor ve aslında bu tek kelime çok fazla şey anlatıyor. Michel’in yaşamak istemediği bir hayatı yaşayıp bu hayat içinde ölmesi, bunlardan dolayı kendine olan siniri bu kelimenin asıl sebebi. Ancak Patricia’nın “ne dedi?” sorusuna “iğrençsin dedi.” Diyen polis memuru son sahnneyi başka bir noktaya taşıyor. “İğrenç ne demek?” diye alaycı bir şekilde soran ve kameraya bu sözcüğün anlamını bildiğini gösteren bir bakış atan Patricia bu son sözle aşka olan son inancını da tamamen yitirmiş ve aslında hayata dair tek amacını başarmış oluyor. Tek bir kelime ve oyuncuların yeteneğiyle bunu izleyiciye aktarabilmiş olması bile filmin ne kadar özel olduğunu göstermeye yetebilir.
Hakkında sayfalarca yazabileceğim, saatlerce konuşabileceğim, beni derinden etkilemiş ve her izlediğimde daha fazla keyif aldığım bir film A Bout de Souffle. Bu yüzdendir ki o klişe “ en sevdiğin film nedir?” sorusuna hiç düşünmeden ‘Serseri Aşıklar’ diye cevap veriyorum. İzleyen herkes kendinden bir şeyler bulabilir, Patricia’nın güzelliği ve hüznüne hayran kalıp Michel’in hayata karşı alaycılığıyla eğlenebilir. Mutlaka izlenmesi gereken bir film.
-A
0 yorum:
Yorum Gönder