Blog

16 Mart 2015 Pazartesi

Merhabaa,

Yatak masası garip bi isim oldu sanki evet ama bunun adı başka ne olabilir bilemedim Emoji
Evet geçen gün internette gezinirken gördüğüm bu mobilyaya bakıp "Bu dünyanın en kullanışlı şeyi!" dedim ve kolları sıvadım. Haklıymışım, şu an bu postu masanın üzerinde yazıyorum Emoji gerçekten kullanışlı.

Ben yatakta yaşıyorum arkadaşlar. Yani doğal yaşam alanım yatağım. Burada yatar burada kalkar burada ders çalışır burada film izler hatta burada bişiler yerim EmojiEmoji Benim gibiler için oldukça kullanışlı bir mobilya bu masa. Daha da yataktan çıkmayız artık.    Emoji

Hadi başlayalım.

Gerekli bütünnnn malzemeleri büyük yapı marketlerden bulabilirsiniz. Ben tamamını Bauhaus'tan tedarik ettim. Eğer siz başka bir yerden tedarik edecekseniz suntalam-sunta kesme hizmeti veren bir yer olmasına dikkat edin.  



Gerekenler :
*3 adet sunta tahta ( odanıza uygun renkte ve yatağınıza uygun boyutta) Benim yatağımın yerden yüksekliği 60 cm idi ben 80 e 25 iki adet sunta kestirdim kenarlar için. Siz de yatağınızın yüksekliğine 20 cm kadar ekleyerek masanın yüksekliğini ayarlayın. Genişiliği ise kullanım şekline göre 25-30 cm arası yapmanız uygun oluyor. Ben dediğim gibi 80*25 uzunluklarında 2 adet sunta kestirdim. Masanın üst kısmı içinse yatağınızın eninden 10 cm daha uzun bir sunta kestirmenizi tavsiye ederim çünkü iki sunta iç tarafa monte edildiğinde uzunluk daralacak. ben yatağım 145 cm olduğundan 155 cm'lik bir sunra kestirdim 155*25. Kenarların genişliği ile aynı genişlikte olmalı yani 25 cm.





 * 4 adet tekerlek alıyoruz. Bunların da suntaların kalınlığında tekerlekler olmalarına dikkat ediyoruz.





*Bunların ismini bilmiyorumEmoji Ancak iki suntayı birbirine kenetleyecek L şeklinde bir malzeme işte. Tarif ettiğinizde hırdavat bölümünde bulabileceğiniz söyleniyor. Aynen sormadan hırdavat bölümüne bakın bulacaksınız. Ben şimdilik bunlara "kenetleyici" diyeyim  Emoji 4 adet kenetleyici.








*Bir adet tornavida (Vidalarınıza uygun. Ben yıldız tornavida kulladım.)


*Son olarak gerekli miktarda tahta vidası ( küçük ). Ben tekerlekleri ve kenetleyicileri monte etmek için 24 adet kullandım. Siz kendi kenetleyiciniz ve tekerlekleriniz kaç delikten oluşuyorsa ona göre ayarlarlayın sayıyı.





Evettt malzemelerimiz bunlar;

Şimdi başlayalım efenim. Açıkçası pek anlatılacak bir tarafı yok, fotoğraflara bakıldığında ne şekilde yapılacağı anlaşılıyor ancak ben bir özet geçeyim. Efenim şimdi öncelikle tahtalardan uzun olan ortaya gelecek şekilde bir U harfi oluşturur gibi, kenetleyicilerin yardımıyla bunları birbirlerine monte ediyoruz. Sonra da tekerleklerimizi takıyoruz.




İşte bu kadarrr. 



Sonuç mu?


Sonuç olarak, ileri geri gidebilen tekerlekli kullanışlı bir masa elde etmiş oluyoruz. Ben çift kişilik yatak kullanıyorum. Ancak eminim ki tek kişilik yataklarda da en az bu kadar şık duracaktır. Hem şık hem kullanışlı. Hem kolay hem yaratıcı. Şimdiden kolay gelsinnnnnEmojiEmojiEmojiEmoji




                                                                                      -G

27 Ocak 2015 Salı

 Herkese merhabaaa,
 Bugün sizlere kazandığıma hala inanamadığım, mükemmel bir öğrenci projesi olan Heroes Club'dan bahsedeceğim.
 Bu program Yapı Kredi Bankası tarafından bu sene dördüncüsü düzenlenen başta da söylediğim gibi mükemmel bir öğrenci programı. Yani şu anki bildiklerim benim gözümde programı "mükemmel" yapmaya yetiyor açıkçası. Önümüzdeki dönemlerde başvuracaklar için programın şartlarını, imkanlarını ve kazanmış birisi olarak atladığım bütün aşamaları ayrıntılı bir şekilde yazacağım.
 Öncelikle "Hero" olmaya ilk adımı atarken, yani başvuru yaparken sahip olmanız gereken özellikler neler bundan bahsedelim:
 1- Matematik ve Endüstri Mühendisliği yada İİBF bölümlerinden herhangi birinde 3. sınıf öğrencisi olmanız gerekiyor.
 2- İngilizce bilmeniz gerekiyor.
 3- Bankanın şartları bu kadar fakat ben 3. bir şart daha eklemek istiyorum. Kazanabilmeniz için bu özelliğe de sahip olmalısınız çünkü bence; güler yüzlülük.

Eveet bankanın sahip olmanızı istediği özellikler bu kadar. Gelelim kazandıktan sonra sahip olacağınız imkanlara:
1-Yapı Kredi Bankacılık Akademisi eğitimleri ile kişisel gelişim fırsatları. (Eğlenceli etkinliklerin olduğu kişisel gelişim kampları, iş dünyasındaki seminerlere özel davetiyeler ve IK uzmanlarından danışmanlık fırsatları)
2- Türkiye'nin her yerinde Yapı Kredi deneyimi. (Öğrenciyken part-time iş ve staj imkanı, okuldaki derslerine iş dünyasındaki uzmanlarla hazırlanma şansı, akademinin tüm öğrenme kaynaklarından yararlanma fırsatı, proje tasarımlarını ve sunumlarını IK danışmanları ile yapma fırsatı)
3- Sosyal sorumluluk tecrübeleri. ( Kurumsal sosyal sorumluluk projelerine profesyonellerle birlikte dahil olma imkanı, daha duyarlı bir toplumun gelişimi için çalışma şansı)
4- Gelelim ennnnnn can alıcı noktaya, tüm bu süreç bittiğinde -eğitim 2 sene sürüyor- Yapı Kredi'de iş imkanı.

 Aslına bakarsanız 4 madde de beni heyecanlandırıyor. Her biri kariyer basamaklarını bizler için daha kolay çıkılabilir hale getiriyor çünkü.
 Henüz bu fırsatları tecrübe etme fırsatım olmadığından maddeleri bankanın konu ile ilgili internet sayfasından aldım. Şimdi gelelim tecrübe ettiğim kısma, yani seçilme sürecime:

  Her şey vize sınavlarıma hazırlanırken anlamını bilmediğim bir siyasi terimi internette araştırdığım sırada sözlüklerden birinde "Heroes Club!" reklamını görmemle başladı. Tam olarak şöyle bir şeydi:
 Dikkatimi çekti haliyle. Girdim baktım neymiş ne değilmiş diye, iyi ki de bakmışım. Okudukça heyecanlandım, okudukça "Acaba kazanır mıyım?" dedim. Denemekte fayda var derler ya hep, kesinlikle haklılar. Denedim. www.kariyerim.yapikredi.com.tr adresinden başvurumu yaptım, aradan kısa bir zaman geçtikten sonra internetten yapılacak görüntülü bir iş görüşmesi daveti aldım. 3 tane kendimi tanıttığım soruyu cevapladıktan sonra yeniden beklemeye başladım. Sanırım 1 hafta 10 Gün kadar beklemiştim ki bir telefon geldi. Video mülakatı başarıyla geçmiş ve 1 hafta sonra yani 10 Aralık 2014 günü Genel Yetenek-İngilizce sınavına davet ediliyordum. Bu sınavın Ankara-İzmir ve İstanbul'da yapılacağını, hangi şehirde girebileceğimi sordular, tercihimin Ankara olduğunu belirttim. 1 hafta evden çıkmadan bu sınava çalıştım. Sakın endişelenmeyin o kadar zor bir sınav değildi. Fakat ben o zaman bunu bilmiyordum tabi  Emoji 
Haliyle çalışmayı biraz abartarak kendime nefes aldırmadım diyebilirim. Yemek yemeye bile kalkıp elimdeki kelime kartlarıyla gidiyordum. Sınav geldi çattı, bizim için İstanbul'dan kalkıp gelmiş 2 tane Yapı Kredi çalışanı gözetiminde sınavlarımızı olduk. Ben hemen heyecan yapan bir insan olarak sınavlarda biraz geriliyorum. Yine öyle bir hal içerisindeydim ki, gelen Yapı Kredi çalışanlarının güler yüzlülüğü, içtenliği aldı götürdü bütün heyecanımı. Sınav bitti ve ben tekrar beklemeye başladım. Sınavım iyi mi kötü mü geçti kestiremiyordum ve biraz umutsuzdum açıkçası. Bildiğimi yapmıştım ama ya diğerleri benden daha iyiyseler? Ya benden daha çok yapmışlarsa? 
 Bütün arkadaşlarım soruyordu ben de "Olmadı galiba." diyordum. Aslına bakarsanız bütün aşamalardan sonra aynı derece umutsuz olduğum için şu an arkadaşlarımın gözünde "Çalışmadım." deyip 100 alan öğrenci konumundayım Emoji
 17 Aralık günü yani sınavdan 1 hafta sonra, benim umutlarım tükenmiş aklıma bile gelmiyor artık. Türk Dış Politika dersindeyim, hocamız da münazara için beni seçmiş telefonu bıraktım çıktım tahtaya konuşuyorum da konuşuyorum - en iyi yaptığım şeydir-  Bitti sırama gittim telefona baktım İstanbul'un alan kodu olan bir numaradan aranmışım. "Yok canım! Acaba?" dedim izin aldım ve dersten çıktım. Hemen geri aradım ve tahmin edin ne oldu? "Kazanmışsın.." dediğinizi duyar gibiyim evet kazanmışım ama istediğim cevap bu değildi Emoji Aradım ve "dıt dıt dıt" sesiyle karşılaştım. Evet meşgul. Bir daha aradım yine meşgul.. İçeride ders kaçıyor, burada telefon meşgul çalıyor. Yapacak bir şey yok dedim derse girmem lazım. Son kez sınıfın kapısında arama tuşuna bastım ve telefondan gelen "Alo" sesiyle sınıf kapısının kolundan elimi çektim. Sanki o heyecandan ölennnn "Aman Allah'ımmm İstanbul numarası." diye tepkiler verenn, meşgul çaldığında başından aşağı kaynar sular dökülen ben değilmişim gibiii hiiiiç istifimi bozmadan gayet ciddi "Buyrun, beni aramışsınız bu numaradan." dedim. Evet sınavı da geçmişim ve bence seçim aşamalarının en heyecanlı ve stresli olduğu kadar en eğlenceli olan kısmına, yüz yüze mülakata hak kazanmışım. Nerede mi? Gebze tarafında Yapı Kredi Bankacılık Üssü'nde.
 -ki kendisi tam olarak şöyle bir yer:
Aslında tam olarak, bu üssün içinde yer alan Yapı Kredi Bankacılık Akademisi'nde 
-ki beni benden alan mükemmel akademi ise şöyle bir yer:

26 Aralık 2014 tarihinde burada yüz yüze mülakata girdim. Ama bu kadar kısa geçemem bu günü. Bize karşı nasıl davranıldığını anlatmayı kendime bir borç biliyorum. Zira ben bu kadar değer göreceğimizi tahmin etmezdim. Öncelikle bu üsse ulaşımınız, her nereden olursa olsun Yapı Kredi tarafından karşılanıyor diyebilirim. Ben yararlanmadım fakat İstanbul'un merkezi noktalarından servis kaldırılıyordu üsse. Neyse saat sabah 9'da burada olmamızı rica ettiler olduk. Bir süre bekledik, bu süre içerisinde kahvaltı etmeyenleri düşünerek çeşitli ikramlar hazırlanmış bize bunları sundular. Çok ince bir davranıştı. Sonrasında konferans salonuna alındık kapıdan girerken üstünde Heroes Club amblemi olan kutular verildi. Yerime oturur oturmaz açtım tabi, güzel ve kullanışlı hediyeler koymuşlar içlerine. Üstelik düşündüğünüz gibi eşantiyona benzer şeyler de değil. Sonra bankayı tanıtan ve ufkumuzu genişleten bir sunum oldu. Üstelik bizim katılımımızı sağlamak için sorular sordular, kendi başarı hikayelerini anlattılar. Hayatımda ilk kez sıkılmadığım bir sunuma şahit oldum. 

 Her birimize mülakat için saat verilmişti. Benimki 16:30 idi. Bu süre zarfında üssü gezebileceğimiz, 12:00'da akademideki yemekhanede yemek olacağı söylendi. Yanıma bir arkadaş buldum üstelik mülakat saatlerimiz de yakındı, bütün gün birlikte etrafı gezdik. Ne kadar güzel olduğunu anlatacak kadar edebi kabiliyetim yok sanırım. Her şey düşünülmüş, insan burada çalışmaktan keyif alır. Ünlü kahve dükkanlarından alternatif cafelere, yemyeşil bir bahçeden yürüyüş yollarına kadar her şey vardı. Hava da Aralık havası değilde Nisan havası gibiydi şansımıza. Her yeri gezdik. Saat 12:00 de resmen bir açık büfe havasındaki yemekhanede yemeklerimizi yedik. Buradan "Ellerinize sağlık." demek istiyorum, sakın yanlış anlamasınlar her şey çok çok çok güzeldi ben heyecandan pek bir şey yiyemedimEmoji Bunun dışında her katta bizim için koyulmuş ikram masaları, kahve-çay makinaları vardı.


Evetttt mülakat saati geldi çattı. Heyecandan öldüm neredeyse, oysa ki hayatımda geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Keşke hiç bitmeseydi. İsmim söylendi ve akademideki o renkli katlardan birinde toplantı odasını andıran bir odaya girdim. Ondan sonrası hiç beklediğim gibi gerçekleşmedi. Ben aşırı ciddi ve stresli bir mülakat hayal ederken karşımda en az benim kadar güler yüzlü iki hanımefendi buldum ve diyebilirim ki o bir mülakattan çok bir sohbet buluşmasıydı. Beni o kadar rahatlattılar ve o kadar tatlı insanlardı ki kapıdan çıkarken sohbetimizin bittiğine üzülmüştüm. Tek bir problem vardı bir kaç soruya cevap verememiştim. Bu nedenle asıl umutsuzluğum işte bu mükemmel günün ardından başladı. Her sorana "Yok olmadı cevap veremedim sorularına." diye cevap verdim. İçimde ufak bir umut vardı tabii ama hiç inandırıcı değildi. Baştan beri dikkat ettiniz mi bilmiyorum hep 1 hafta 10 günde haber verdiler. Bu sefer 1 hafta bekledimmm, 2 hafta bekledimmm... Yok. Taa kii geçtiğimiz Çarşamba gününe kadar: 21.01.2015. An itibariyle benden mutlusu yoktu. Bilen bilmeyen herkesi aradım "Kazandım!" diye bağırdım. 2 sene boyunca hem eğlenecek hem kariyer yapmaya herkesten bir adım önde başlayacağım. Yepyeni, her yerden gelen arkadaşlara ve çok kıymetli danışmanlara sahip olacağım. Şimdi Şubat ayında gerçekleşecek olan tanışma toplantısı için haber bekliyorum.

Söylemek istediğim son bir şey var, bu programa başvuranların sayısı binlerle ifade ediliyor ve kazanan sayısı sadece 100. Hep "İnanın başarırsınız" derler ya, ben böyle dendiğinde hep "Benden olmaz." derdim. Benim gibi binlerce insan olduğuna da eminim. Şunu söylemek istiyorum, belki bu zamana kadar olmadı evet ama bunun nedeni bir gün daha iyisini yapacağın içindir, bunu asla unutma  ve buna inan bence. Bir deee eğer yazımı okuyan ve Heroes Club'a başvuran birileri olursa size ufak bir tavsiyem var. Akademinin içindeki 1 dilek 2 hayal havuzuna "Umanırım kazanırım." diyerek bozuk para atın, işe yarıyor. EmojiEmojiEmoji 

I am a hero!


NOT: Biraz uzun oldu farkındayım fakat bu kadar ayrıntıya benim süreç içerisinde ihtiyacım olmuştu, umarım sizin de işinize yarar.


                                                                                                                                      -G

19 Ocak 2015 Pazartesi

 Merkezi Türkiye sınırına 25 km mesafede ışıl ışıl bir kent Batum. Karadeniz'e kıyısı olan bir sahil kenti. Gidip görülmesi gereken ve turist olarak girmenin oldukça kolay olduğu Batum'a vizesiz 15 TL gibi uygun bir ücretle giriş yapabiliyor ve 90 güne kadar kalabiliyorsunuz. Sınır kapısından Batum merkeze taksiyle 20 TL gibi bir ücrete gidebilirsiniz. Üstelik Türkiye'den çok ziyaretçi gittiği için TL de geçerli, dövizle uğraşmanıza da gerek yok. Kolay bir yurt dışı tatil planı yani Batum.
 Büyüleyen bir şehir yapısı var, ancak ara sokaklara girdiğinizde bir hayal kırıklığı yaşatmıyor değil. 
  Belki duymuşsunuzdur, kumarhaneleriyle ünlüdür. Gerçekten de öyle. Büyük ve ihtişamlı kumarhaneleri var. Hoş, ihtişamlı olan tek şey kumarhaneleri değil, cadde üzerindeki bütün binalar ışıklandırılmış durumda.
 
  Ünlü otel zincirlerinin şubelerini açtığı Batum, Doğu'nun Las Vegas'ı olma yolunda ilerliyor. Bunlar da benim ziyaretimden kareler efenim, umarım yazım gitmek isteyenler için bilgilendirici olmuştur, hoşçakalınnn.
 

Binalar işte bu şekilde rengarenk ışıklandırılmış durumda. Cadde'de yürürken hangi binaya bakacağını şaşırıyor insan.

Burası da yukarıda gördüğünüz binanın gece olduğundaki hali. Kendisi Sheraton binası olup Batum'un en dikkat çeken binasıdır. Aşağıda beni kendisine hayran bırakan lobisinin fotoğrafını da paylaştım.

Bir tiyatro binası bu kadar özene bözene inşa edilir mi? Şaşırdım. Muhtemelen Türk olduğum için.Emoji





Burası da o bahsettiğim şahane lobi. Her tarafta tarihe isimlerini altın harflerle yazdıran müzisyenlerin kocaman posterlerinin olduğu kocamannnn bir lobiydi. Sol altta kalan sandalyenin boyutundan lobinin tavanının yüksekliğini kestirebilirsiniz.


                                                                                                              -G





NOT: spoiler içerir :)


Fransız Yeni Dalga Akımı’nın en önemli örneğidir A Bout de Souffle. Bir dönem yaşadığım Fransa hayranlığı ve sinema tarihi ilgim beni bu filmi izlemeye itti ve daha ilk sahnesiyle beni kendine çekmeyi başardı Jean Luc Godard. Michel’in ağzında sigarası, başında fötr şapkası ve elinde silahıyla araba kullanırken kameraya bakarak konuştuğu giriş sahnesi bu filmin daha önce izlediklerimden çok farklı olacağını anlamama yetti.

Filmin konusunu özetlemek gerekirse: Michel (Jean-Paul Belmondo) hırsızlık ve dolandırıcılıktan aranan bir suçludur. Filmin başında kendisini kovalayan polislerden birini vurduğu için kaçmak zorundadır. Patricia (Jean Seberg) ise Amerika’dan turist olarak Paris’e gelmiş ve parasız kaldığı için gazete satmak zorunda kalan, idealleri olan bir kadındır. Bu ikili arasında tutkulu bir aşk başlar ancak ikilinin hayata bakışları, Patricia’nın iç hesaplaşmaları gibi nedenler bu aşkın çok acı bir sona gitmesine sebep olur.

Film, Fransız Yeni Dalga sinemasının genelinde olduğu gibi “yeni kadın” imajına odaklanmıştır ve Patricia’nın hayatı algılayış şekli, cinselliğini yaşayışı ve idealleri gibi detaylarla bu imajı vermeyi amaçlamıştır. Bir aşk filmi gibi görünse de, sınıf farklılıklarını, yeni toplum yapısını ve bu yapı içerisinde kadının yerini gerek diyaloglar, gerekse oyuncuların mimik ve hareketleriyle veren, izleyiciye mükemmel bir psikolojik çözümleme imkanı sunan bir film A Bout de Souffle. Michel’in her hareketi hayata karşı vurdumduymaz ve alaycı olduğunu gösterirken Patricia’nın her bir mimiği ve davranışı aşka karşı duruşunu, cinselliğini yaşayış şeklini, insanlara bakışını ve hayattan beklentilerini görmemizi sağlıyor. Oyuncular karakterlere öyle güzel uyum sağlamış ki, insan izlerken bu rolleri başkası oynasa bu film bu noktada olamazdı diye düşünüyor. Filmin doğallığı da insanı içine çeken özelliklerden biri. Filmi izlerken her şey o kadar gerçek geliyor ki insan ister istemez kendini karakterlerle özdeşleştiriyor. Bunda tabii ki diyalogların büyük çoğunluğunun doğaçlama olmasının etkisi büyük. Filmle ilgili en çok sevdiğim şeylerden biri de isminin Türkçe’ye çevrilişi sanırım. Genelde film isimlerinin çevirileri çok anlamlı olmuyor ama bu filme “Serseri Aşıklar” denmesi mükemmel olmuş diyebilirim. Başka bir söz öbeği bu filmi bu kadar güzel anlatamazdı sanırım.

Godard filmde öyle güzel detaylar kullanmış ki, insan üzerine düşünüp keşfettikçe hayran kalıyor. Keşfettiğimde beni en çok etkileyen detay Patricia ve Michel’in aralarında geçen Faulkner diyaloğu oldu. Filmin en uzun ve belki de en önemli sahnesi olan yatak diyaloğunun bir kısmı şu şekilde:

Patricia: William Faulkner'ı tanıyor musun?
Michel: Hayır, kim? Onunla yattın mı?
Patricia: Hayır hayatım.
Michel: Öyleyse boşver, bluzunu çıkar.
Patricia: Çok sevdiğim bir romancı, "Yaban Palmiyeleri"ni okudun mu?

Patricia: Dinle, son cümlesi çok güzel.
Michel: Ayak parmaklarını göstersene.

Faulkner’ın Yaban Palmiyeleri’nin son cümlesinin ‘sevgililerinizi öldürün.’ olması ve filmin sonunda Patricia’nın Michel’in ölümüne sebep olmasını birbirine bağladığımda Godard’a olan
hayranlığım bir kat daha arttı. İkili arasında geçen her bir diyalog aslında filmle, Godard’ın psikolojisiyle ve dönemle ilgili çok önemli detaylara sahip. Detayların yanı sıra filmden bu kadar etkilenmeme sebep olan en önemli şey belki de Patricia’nın iç dünyasını, psikolojisini, hayata ve aşka bakışını çözümlemeye çalışmam oldu. Her mimiği ve hareketiyle verdiği hüzün, aslında aşık olduğu bir adam olmasına rağmen aşka ve bağlılığa karşı olması, bu düşünceye katlanamaması yüzünden sevgilisinin ölümüne sebep olması, sürekli bir iç hesaplaşma içinde olması ve Jean Seberg’in tüm bunları kusursuz bir şekilde izleyiciye yansıtması filmin en önemli özelliklerinden biri olabilir. İlk sahnesinde başlayıp film boyunca devam eden hayranlığım son sahnesiyle daha da pekişti. Michel’in öldüğü an belki de sinema tarihinin en etkileyici ve enteresan ölüm sahnesi olabilir. Ağzında sigarasıyla yatan Michel’in son sözü sadece “iğrenç” oluyor ve aslında bu tek kelime çok fazla şey anlatıyor. Michel’in yaşamak istemediği bir hayatı yaşayıp bu hayat içinde ölmesi, bunlardan dolayı kendine olan siniri bu kelimenin asıl sebebi. Ancak Patricia’nın “ne dedi?” sorusuna “iğrençsin dedi.” Diyen polis memuru son sahnneyi başka bir noktaya taşıyor. “İğrenç ne demek?” diye alaycı bir şekilde soran ve kameraya bu sözcüğün anlamını bildiğini gösteren bir bakış atan Patricia bu son sözle aşka olan son inancını da tamamen yitirmiş ve aslında hayata dair tek amacını başarmış oluyor. Tek bir kelime ve oyuncuların yeteneğiyle bunu izleyiciye aktarabilmiş olması bile filmin ne kadar özel olduğunu göstermeye yetebilir.

Hakkında sayfalarca yazabileceğim, saatlerce konuşabileceğim, beni derinden etkilemiş ve her izlediğimde daha fazla keyif aldığım bir film A Bout de Souffle. Bu yüzdendir ki o klişe “ en sevdiğin film nedir?” sorusuna hiç düşünmeden ‘Serseri Aşıklar’ diye cevap veriyorum. İzleyen herkes kendinden bir şeyler bulabilir, Patricia’nın güzelliği ve hüznüne hayran kalıp Michel’in hayata karşı alaycılığıyla eğlenebilir. Mutlaka izlenmesi gereken bir film.


-A
“Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.”
Emrah Serbes - Erken Kaybedenler



Bazı hikâyeler vardır, aslında hep hayatımızda olmuştur, hep yanı başımızda bir yerlerdedir, hep bizim içimizdedir ve hep bizi anlatır da, biz fark edemeyiz. Belki bu kadar bizden olduğundan, bu kadar yanımızda olduğundan, bizi anlattığından, içimizden geldiğinden fark edemeyiz. Çocukluğumuza götürür bizi. Çocukken yaşadığımız ama asla anlamlandıramadığımız, asla isimlendiremediğimiz duygularımızı anlatır. Çok nadir çıkar böyle hikâyeler karşımıza ama çıktığında da bizi alır yıllar öncesine götürür. Sokakta misket oynadığımız zamanlara, duvarların arkasında, kendimizi gizleye gizleye ilk sigaramızı içtiğimiz güne, âşık olduğumuzu sandığımız o ilk ana, annemizin bizi terlikle kovaladığı günlere götürür. Balkondan bağıran
teyzelerin sesine götürür. Attığımız topla camını kırdığımız amcanın öfkesine götürür. Çok zor bulunur böyle hikâyeler ama, bulundu mu da baş köşesinde durur kitaplıkların. Erken Kaybedenler de her bir öyküsüyle işte tam da böyle bir kitap. Kitabı okurken her bir sayfasında tekrar tekrar hissettiriyor doğallığını, içtenliğini, en önemlisi içimizdenliğini. Asla anlatılamaz denilen ruh halleri öyle güzel betimlenmiş ki kitapta, kitabın küçük karakterleri yerine utanıp rezil olmuş gibi bile hissediyor insan kendini.


Kitap erkek çocuklarını, çocukken yaşadıklarını ve ergenlik çağlarını anlatıyor. Her bir hikâye başka bir karakteri, başka bir ‘biz’i anlatıyor aslında. Hikâyeler, diyaloglar asla yabancı gelmiyor okurken. Her birini yaşamış olmak gerekmiyor bu yabancı gelmeme durumu için. Hepsine bir şekilde tanıklık etmiş, hepsini bir şekilde görmüş olduğunu hissediyor insan okurken. Bu yüzdendir ki kitabı bu kadar benimseyip içselleştirmek için erkek olmak gerekmiyor. Emrah Serbes küçük erkek çocukları üzerinden Türkiye’de büyüyen belki de herkesin çocukluğunu yansıtıyor. Bir kitabı, bir insan hayatından belirli bir dönemi anlatan bir kitabı yazmak için çok iyi bir gözlemci olmak ya da yaşadığı şeylere dışarıdan bakabilmiş olmak gerekiyor biraz da. Emrah Serbes bunu o kadar güzel yapmış ki, karakterleri kendimizle özdeşleştirmenin yanında, kitabı okurken sanki Emrah Serbes konuşuyormuş gibi hissediyor insan. Hayalî bir karakteri okuyor değil de, karşısında duran bir erkek çocuğunu dinliyor gibi hissediyor. Bütün duyguları, ergenliğin verdiği cesareti, sertliği, ‘serseriliği’ çok güzel resmediyor her bir öyküsünde. Abisinin sevgilisine âşık çocukları, mahalledeki arkadaşının annesini beğenen çocukları, mahalle maçlarını, kaybedişleri anlatıyor. Kitabın adının Erken Kaybedenler olmasının en büyük sebebi de küçükken yaşadığımızda bizi yıkan, bizi darmadağın eden, hâlâ hafızamızın bir yerinde kazılı duran kaybedişleri, bir yetişkin için hiçbir şey ifade etmeyen yıkılışları öykülerin temeline oturtmuş olması. Hayata, kendine, dünyaya kırgın, herkese kızgın o küçük adamları oturtmuş olması.


Kitabın dili de öykülerin temelini destekler nitelikte. Serbes kitabı yazarken oldukça doğal bir dil kullanmış. Bu doğallık zaman zaman rahatlık düzeyine bile gelmiş. Seçtiği kelimeler, kalıplar, yer yer kullandığı argo sözcükler ve kimi zaman kahramanın dudaklarından çıkan küfürler anlatımını oldukça desteklemiş. Kitabın dili, karakterlerin yaşadıkları ve olayların kurgulanış biçimleri kendi arasında öyle güzel bir uyum yakalamış ki, kitabın doğallığını sağlayan en önemli etken bu. Öyle ki kimi yerlerde insanın duygulandığı, kimi zaman da gülmekten gözlerden yaşlar getiren bir kitap. Her bir çocuğun beyninin, kalbinin içine giriyoruz öyküleri okudukça. Herhangi biriyle herhangi bir ilişki kurmanın en zor olduğu dönemde kurulan ilişkiler ve sonuçlarıyla, aslında geleceğimizi şekillendiren her şeyin o ilk sigarayı içtiğimizde başladığını görebiliyoruz. O küçük bedenlerin kurduğu o büyük cümlelerle o şaşkın, saf zamanlarda insanın nasıl sevebildiğini tekrar fark edip duygulanmamak elde değil. “Sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.” gibi oldukça vurucu sözler bulabiliriz kitapta.


Kendini, bizi, çocukluğu ve gençliği anlatılabilecek en doğal şekilde anlatan bir kitap Erken Kaybedenler. Çok ince bir kitap olmasına rağmen içinde barındırdıklarıyla koca bir çocukluğu kapsıyor aslında ve insan bir nefeste okuyabilecekken bitmesin diye yavaş yavaş, ara vere vere okumak istiyor. Öyküler senaryolaştırılıp filme dönüştürülebilecek kadar güzel kurgulanmış. Hatta benim de kitapta en sevdiğim öykü olan ‘Üst Kattaki Terörist’ oyunlaştırıldı ve bir süredir Devlet Tiyatroları’nda sergileniyor. Bize yaşarken farkında bile olmadığımız, her zaman içimizde olan öyküleri anlatan Erken Kaybedenler mutlaka okunması gereken bir öykü kitabı.


“Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim.”
Emrah Serbes - Erken Kaybedenler




-A

18 Ocak 2015 Pazar

Bence dünyadaki en başarılı terapi yöntemi. Yada insanı bir süre uyuşturan bir madde.EmojiYani insanın derdi tasası kalmıyor resmen.

Şuan alışveriş merkezlerinde 3. dönem indirimleri var. Baya baya indirmişler fiyatları. Hepimizin gözdesi Stradivarius, Pull and Bear, Bershka, Mango ve Koton'u en yakın zamanda bi ziyaret edin derim. Hani o geçen ay beğendiğin ürün var ya şimdi %50 indirimde ona göre.

Neyse efenim gelelim konumuza. Bugün gidip 3. indirim döneminden yararlandım ve ufak bir alışveriş yaptım. Bakalım bakalım nerelerden neler almışım.


NOT: İnternette bir ürün gördüğümde ilk merak ettiğim şey ürünün kumaşının nasıl olduğudur. Çünkü bir ürün görüyorsun ekranda Hint kumaşı, sipariş edip eve getirildiğinde toz bezi gibi bir şey. Bu nedenle dikişlerini ve dokularını da fotoğrafladım.



KOTON:
Kotona gidin ve pantolon alın arkadaşlar. Pantolonlar inanılmaz fiyata satılıyor şu an. Her modelde her kesimde, bir sürü pantolon var. Ben de bir tane aldım. Şuan neden iki tane almadım ki diye düşünmüyor değilim. Pantolonun fiyatı 25.99 TL.
Pantolon almayı düşünüyordum zaten ancak ucuzluklarının cazibesine kapılıp basit koyu yeşil bir
sweatshirt ve gri-siyah bir t-shirt de aldım. Sweatshirt 12.99 TL gibi komik bir fiyata düşmüştü. T-shirtte indirim yoktu fakat fiyatı yine de uygundu 17.99 TL.

















MANGO:
Asıl ihtiyacım olan şeyi Mango'dan aldım: Çanta. Hiç bir yerde istediğim gibi bir çanta bulamamıştım ki, hali hazırda bir senedir kullandığım ve memnun kaldığım çantanın Mango olduğunu hatırlayıp attım kendimi içeri. Mango'nun çantaları hem kaliteli hem de indirimde fiyatları oldukça düşüyor. Bu çanta 84.99 TL'den 54.99 TL'ye düşmüştü.

Stradivarius:
Yeni sezon olduğu için indirimde olmayan fakat kendime çok yakıştırdığım bir etek aldım Stradivarius'dan. 49.95 TL fiyatı vardı. Şu sıra çok moda olan çan eteklerden biri.
Colin's:
Aslında Colin's pek bana hitap eden bir marka değil. Fakat bazen hiç düşünmeden görür görmez "Alıyorum" dediğim ürünleri oluyor. Aldığım bu hırka da onlardan biri. İndirimde fiyatı üç defa düşmüş ve 80'li fiyatlardan 29.99 TL'ye inmişti.

Eveett benim alışverişim bu kadardı. Aldıklarımı ben çok beğenerek aldım. Umarım sizler de beğenirsiniz. Hoşçakalınnn.
                                                                                                                                  -G